top of page
  • Volkan

KENDİNE AİT BİR ROMA ~ Cemal Kafadar

Kendine Ait Bir Roma: Diyar-ı Rum'da Kültürel Coğrafya ve Kimlik Üzerine

"A Rome of One’s Own: Reflections on Cultural Geography and Idendity in the Lands of Rum" ana metnini İngilizce'den çeviren Fatih Özgüven.

© Metis Yayınları, Mayıs 2017.


"Tarih yazıcılığı özgürleştirmiyorsa zulme hizmet ediyordur."

Tarihin tozlu sayfalarında Roma'yı (ve daha sıklıkla Doğu Roma'yı) anlatmak için kullanılan Rum kelimesinin, XI. yüzyıldan itibaren Küçük Asya'da (Anadolu'da) batıya doğru ilerleyen Türklerle özdeşleşmesini kısa ama dopdolu bir kitapla derinlemesine inceliyor Cemal Kafadar.



Mevlana Celaleddin-i Rumî yurtdışında Rumî olarak biliniyorken, bu toprakların mirasının sahiplerinin onu Mevlana diye adlandırmayı tercih etmelerini açıklarken, sebebi onların bildiği birçok başka "Rumî" olması olarak gösteriyor.


Sadece bu örnek ile birlikte Anadolu Selçukluları'nın kendi dönemlerinde (ve hatta sonraki birkaç asırda da) bilinen isimlerinin Rum Selçukluları olması bile, kendimizi bu kitabı okurken diyar-ı Rum içinde hayal eder bulmak için yeterli.


Diyar-ı Rum, Balkanlar'ı ve Anadolu'yu kapsayan, ya da belki Tuna'dan Fırat'a kadar uzanan demeli, ve modern çağda adını koymakta zorlandığımız bir "yer". Osmanlı Devleti'ni bir Anadolu yahut bir Ortadoğu devleti olarak görme ve anlatma eğilimi, o "yer"i bırakın anlamayı, görmemizi bile engelliyor. Hele Ortadoğu! Osmanlı coğrafyasına o kadar yabancı bir kavram ki.

Rum ve Rumî kelimeleri ... bilhassa sanat ve düşünce hayatı ile ilgili olarak Osmanlı coğrafyasına has şeyleri belirtmenin, çok işlevli ve anlamlı yollarından birini teşkil etmiştir.

Bizans'ın Yunanlıkla özdeşleştirilmesi (bu biraz Osmanlılık Türklük konusuna benzer) bizleri yanıltmasın. Bizans kültürü, Helenlikle ve Grekçeyle özel ilişkisi ne olursa olsun -ki bu bin küsür yıl içinde büyük değişiklikler göstermişti- kendini hep Romalı/Rum görmüştür. İşte onbirinci yüzyıldan itibaren bu "Rum" dünyasında yaşayan Türkdilli insanlar(ın bir kısmı) o coğrafyaya ait ve onun kültür mirası ile gündelik hayatın akışı içinde hemhal olmak anlamında "Rumî" olmuşlardır.

Diyar-Rum ve Bilad-ı Rum diye tariflenen alanların tarih içinde batı ve doğuda nasıl farklı anlamlar içermeye başladığını, bununla birlikte Selçukluların (yalnız olmamakla birlikte) ve ardından Osmanlının artan hakîmiyeti ile birlikte Küçük Asya'nın nasıl "Anadolu"ya ve Turchia'ya dönüştüğü de hem farklı kaynaklardan alıntılar hem de bir çok harita ile veriliyor.


Latince metinlerde on ikinci yüzyıldan itibaren Küçük Asya'dan "Turchia" diye bahsedilmesi... Arap Kaynaklarında (İbni Battuta) 14. yüzyılda Anadolu'yu anlatırken geçen "berr et-Turkiyye el-ma'ruf bi-bilad er-Rum" yani "Diyar-ı Rum olarak bilinen Türk toprakları" ifadeleri örnek verilebilir.




Okuması kolay bir kitap olduğunu söyleyemem (İngilizce yazılarak daha sonra Türkçe'ye çevrilmesinin de etkisi muhakkak vardır) ama dipnotlarında dahi çarpıcı örnekler ve açıklamalar bulabileceğiniz kıymetli bir kitap. ESG'ye tavsiye için teşekkür ediyor, yine Diyar-Rum ve Turchia isimlendirmelerinin derinliğine yönelik düşünmeye sevk edecek bir alıntıyla notlarımı bitiriyorum.


Türkler, Orta Asya ve Balkanlar'da bin yıl kök saldıktan sonra bile, geç gelmiş konuklar sayılırlar, askeri, politik ve belki idari becerileri ve başarıları teslim edilse bile, İslami Ortadoğu ve elbette Akdeniz'in Grek-Roma medeniyetinin özü açısından bazı düzlemlerde önemleri marjinaldir. İslami Ortadoğu'yu Haçlı seferleri ve Moğollar'ın istilaları sırasında korumuş, ya da Bizans kurum ve geleneklerine açık olmak suretiyle başarılı yönetimler kurmuş olabilirler, ama sonuçta kültür kurucuları değildirler; hem edebiyat ve sanatlarının zirve noktaları kendilerinden önceki Arap, Acem ve Bizans örneklerini taklitten öteye gitmez.

Yorum ve önerileriniz için şimdiden teşekkürler.

Volkan

11 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page