- Volkan
ASYA'NIN BÜYÜK İMPARATORLUKLARI ~ Hazırlayan: Jım Masselos
© 2018, Londra, Jim Masselos, Jonathan Fenby,
The Great Empires of Asia, Thames & Hudson Ltd.
© Kronik Yayınları A.Ş., 2021
1. baskı: Eylül 2021, İstanbul
Çeviri Editörü: Erkan Göksu
Sydney Üniversitesi Tarih bölümünde onursal öğretim üyesi olan Jim Masselos'un hazırladığı kitap 7 farklı yazarın Asya'nın 7. büyük imparatorluğunu incelediği 7 bölümden oluşuyor.
Moğollar'ı Ortadoğu ve Orta Asya Tarihi profesörü Timothy May,
Çin'in Ming Hanedanı'nı Çin ve Japon tarihi uzmanı J.A.G. Roberts,
Khmerler'i Asya sanat ve mimarisi uzmanı ve küratör Hellen Ibbıtson Jessup,
Osmanlılar'ı Georgetown Üniversitesinde Osmanlı ve Ortadoğu, Balkanlar ve Karadeniz Tarihi dersleri veren Gabor Agoston,
Safeviler'i Londra Courtauld Sanat Enstitüsü İran ve İslam Sanatları Dr. Andrew W. Mellon Vakfı öğretim üyesi Sussan Babaie,
Babürlüler'i 1200'den günümüze İslam ve Hint sanatı uzmanı Catherine Asher,
Japonya Meiji Restorasyonu'nu Sydney Üniversitesi Japon Dil ve Kültür Okulu onursal öğretim üyesi Elise Kurashige Tipton yazmış.
İncelenen 7 büyük imparatorluktan Osmanlılar ve Babürlüler'in kurucularının kesin olarak, Safevilerin kurucularının da muhtemelen Türk soyundan olması ilginç.
Cengiz Han'ın Türk olmadığı fikri ağır bassa bile, kurduğu imparatorluğun önemli sayıda savaşçısının Türk olduğu bilinen bir gerçek.
Gerçekten de devlet kurmak ve uzun süre ayakta tutmak konusunda, İlber Hoca'nın da altını çizdiği "askeri" yeteneklerimiz ile paralel olarak yetenekliyiz sanıyorum.

Jonathan Fenby'nin. yazdığı önsöz Jim Masselos'un yazdığı takdim bölümleri ağızda güzel bir tat bırakıyor ve diğer bölümler için sizi heveslendiriyor. Ayrıca bugün bu imparatorlukların devamı sayılabilecek ülkelerin eski ihtişamlı imparatorluk günlerini anmak için harcadığı çabaya değinmesi enteresan. Türkiye'de de benzer bir çağrışımın çabasının olduğunu söylemesi de üzerinde düşünülmeye değer.
(Sf. 15) Xi Jinping*, bütün Marksizm söylemlerinde, açık bir imparatorluk tavrı, yeni bir Göksel Hâkimiyet tekerrürü ortaya koymaktadır. Japonya'nın yönetici sınıfı, yayılmacı dönemle aile bağlarına sahip, Krizantem Tahtı'nda halen bir imparator oturuyor ve hükümet 2018'de Meiji Restorasyonu'nun 150. yıl dönümünü anmak için büyük çaba sarf etti. Hindistan'ın önde gelen siyasi partisi BJP, (her ne kadar o zamanki yönetenler Hindu değil Müslüman olsalar da) ulusal görkem dönemine yüzünü dönmekte. Türkiye'de muhteşem çağın çağrışımlarının giderek arttığı açıkça görülmektedir.
* Xi Jinping, Çin Halk Cumhuriyeti'nin günümüz başkanı.
Birinci bölüm MOĞOL İMPARATORLUĞU'nu inceliyor:

Cengiz Han (Çinggis Han)
Temüçin 1206’ya kadar Moğolistan boylarını, tercümesi kabaca “Bütün Moğolların Devleti” olan Hemeg Mongol Ulus adlı tek bir kabileler üstü yapı altında topladı.
Timothy May, Moğollar'ın Temuçin (Cengiz Han) ile başlayan bilindik hikayesini detaylarıyla anlatırken, konuyla bağlantılı birçok başka bilgiyi de yazısına serpiştiriyor.
Örneğin Moğol hükümdarlarından Möngke'nin kardeşi Kubilay'ın Haşşaşiler diye bilinen bir Şia grubunu yok ettiği bilgisi verilirken, İslamiyette 7. yüzyılda Sünnilik ve Şiilik ayrımının nasıl ortaya çıktığına da dipnotlarda değiniyor. Ki, sonraki sayfalarda Moğollar'ın Bağdat'ı işgal etmesini anlattığında Sünni halifeliğin nasıl son bulduğu konusu da havada kalmasın.
Cengiz Han'ın Moğolistan'daki boyları tek bir kabileler üstü yapıda topladıktan sonra, aslında bir imparatorluk kurma niyeti olduğuna dair bir gösterge olmamasına rağmen daimi tehditleri bertaraf etmek üzere yaptıkları fetihlerin, "tesadüfi" olarak bir imparatorluğa evrildiği anlatılıyor.
İlk olarak Çin'deki Xiaxia Krallığı ve Jin İmparatorluğu ile başlayan istilalar, tarım havzası Uygurları ve diğer bazı küçük yönetimler ile devam ediyor. Bir elçisine/ kervanına yapılan saldırı sonrasında Harezmşahlar Devleti'ni farklı noktalardan vuruyor ve Müslüman halkı katlediyor. Bunları Cengiz Han'ın oğlu Ögeday zamanında da devam eden harekâtlar, Jin İmparatorluğu'nun tamamen zapt edilmesi, Çormakhan kumandasında İran, Ermenistan ve Gürcistan'ın, Sübedey kumandasında Rus prensliklerinin, Hazar ve Karadeniz bozkırlarının fethedilmesi ve Macaristan ile Polonya'nın istilası izliyor.
Möngke zamanında kardeşi Hülegü'nün orduları ile önce Halep, Dımaşk ve Şam'ı ve sonrasında da Bağdat'ı zapt ederek halifeyi öldürmesi izliyor.
Bir sonraki han Kubilay ise Çin ve Moğolistan dışındaki etkisinin azalması sonrası Çin'de Yuan Hanedanlığı'nı kuruyor ve bu hanedanlık yaklaşık 100 yıl boyunca Çin'i yönetiyor! Güney Çin'deki Song İmparatorluğu istila ediliyor. ... Hülegü ise, İran İlhanlıları adıyla İran, Irak, bugünkü Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'a egemen oluyor. ... Merkezi Asya da Cengiz Han'ın üçüncü oğlu Çağatay'ın torunları Çağataylılar tarafından yönetiliyor. ... Ve bugünkü Kazakistan, Rusya, Ukrayna ve Belarus topraklarını içine aln bozkırlara hükmeden Altın Orda (daha doğru adıyla Cocililer ve Kıpçak Hanlığı).
Tarihin sonraki dönemlerinde önemleri anlaşılacak şu noktalar ise çarpıcı:
Yuan Hanedanı'nın Çin'i bir deniz gücüne dönüştürmesi ve Büyük Kanal'ı inşa etmeleri sayesinde kuzey ve güney Çin'i birleştirmiş olmaları...
İlhanlılar'ın Batı Asya'yı istilaları sebebiyle Türk boylarının Anadolu'ya gelmeleri, ki bunlar daha sonradan Osmanlı Devleti'ni kuracaklardır...
Kıpçak Hanlığı parçalandıktan sonra Özbekler, Kazaklar, Kırım ve Kazan Tatarları gibi Orta Asya milletlerinin ortaya çıkmasını sağladığı gibi Rusya İmparatorluğu'nun doğmasına yol açacak güçlü bir halef devleti Moskova'da bırakmış olması...
Çağatay Hanlığı'nın da daha sonra Osmanlı'yla da çelişecek Türk hükümdar Timur ile yükselişe geçmesi.... gibi.
İkinci bölüm Çin'de 14. ve 17. yüzyıl arasında üçyüz yıl hüküm sürmüş MING HANEDANI'nı inceliyor:

İmparator Zhu Yuanzhang
Anlamı "aydınlık" olan ve Çin'i yöneten son yerli hanedan olan Ming Hanedanı dönemi, uzun süreli barış, ekonomik büyüme ve sanat ve bilimdeki gelişmelerin dönemi olarak biliniyor.
Kıtlık dönemlerinde büyümüş olan Zhu Yuanzhang'ın önce asi çetelerden birine üye olarak başlayan hikayesi, askeri yetenekleriyle başlıca önderlerden biri haline gelmesi ve 1368'de kendisini imparator olarak ilan ederek Yuan başkenti Dadu'yu ve Sichuan'ı ele geçirmesi, Koryeo'yu (bkz. History of Korea kitabı değerlendirmesi) ve Tibet'i kendisini tanımaya zorlaması ile sürüyor.
Madalyonun diğer tarafında ise "Ming Mutlakiyetçiliği"nin katı kuralları var. Başbakanlığın kaldırılması ve görev/yetkilerinin imparatorda toplanması, eyalet yönetimlerinin özerkliğini yitirmesi, yargının imparatorluk uygulamalarına karşı çıkamaması gibi mutlakiyetçi bir yapı gelişmişti.
Ming Hanedanı 1644'te bir iç ayaklanmayla yıkılmış, ardından isyancılar ise bir Mançu istilasıyla bozguna uğratılmışlar.
Üçüncü bölüm Güneydoğu Asya'nın 802-1566 arasındaki bir başka kültürü, KHMERLER'ı inceliyor:

Kral II. Suryavarman
Khmerler'in büyük bir imparatorluk oluşturup oluşturmadıkları tartışmaya açık ama Angkor gibi yerleşim yerlerinde halen bizi hayrete düşürme gücüne sahip olan olağanüstü sanat ve mimari mirasları tartışılmazdır.
Bölgeye giden az sayıda Çinli seyyahın kayıtları dışında günümüze kalan yazılı kaynak da bulunmayan ilk dönem ve takip eden dönemler, kitapta yine sınırlı sayıda kaynaktan gelen çıkarımla oldukça karışık bir anlatımla inceleniyor.
Sistemler üzerindeki hakimiyetiyle öne çıkan veya bağlı bölgelere yeni bir hükümet şekli ve kanunu empoze etmeye çalışan diğer imparatorluklardan farklı olarak, hâkimin tanrılarla ilişkisinin görünür dışavurumu, hükümdarın bulunduğu mevkiide hak sahibi olduğunun halka kanıtlanmasını sağlıyormuş. Sürekli ve büyük ölçekli dini anıt inşası, tanrıları yücelten ve bununla birlikte hâkimi meşrulaştıran heykeller ve resimler da buna bağlanıyor.
II. Suryavarman'ın (hük .1113-45 veya sonrası) yaptırdığı Angkor Wat Khmer tarihinin olduğu gibi kitabın bu bölümünün de en ilgi çekici kısmı. Vişnu'ya adanan bu tapınak kompleksi, 1,5 x 1,3 km'lik bir alanda, yükselen seviyelerle beşli formda yerleştirilmiş kuleleri olan tapınak taraçasına ulaşıyor. 42 m yüksekliğindeki merkezi kule anıtın altındaki bir kule ile eşleşerek, yeraltı dünyası, fani dünya ve cenneti birbirine bağlayan axis mundi [dünyanın ekseni] oluşturuyor.
Dördüncü bölüm OSMANLI İMPARATORLUĞU'nu kuruluş ve ortadan kalkış tarihleri olarak 1281 ve 1922'i vererek inceliyor:

Osman Gazi
Bu notlarda Osmanlı İmparatorluğu'nun bir çok kaynakta detaylandırılan hikayesine değinmektense Gábor Ágoston'un ilgi çekici yorumlarına yer vereceğim...
Osmanlıların hem modern Avrupa hem de Ortadoğu tarihini şekillendirmedeki önemlerinden bahseden Ágoston 16. ve 17. yüzyıllarda Akdeniz ve Macaristan'da yaşanan Osmanlı-Habsburg mücadelesinin, ancak Avrupa üzerindeki Valois-Habsburg mücadelesi yahut Soğuk Savaş döneminde Birleşik Devletler ile Sovyetler Birliği arasındaki mücadeleyle mukayese edilebileceğini söylüyor.
Yine Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda ölümünün ardından on yıl süren Fetret Devri'nin aşılmasından sonra, Osmanlı Devleti'nin temel kurumlarının (tımar adı verilen askerî hizmete bağlı arazi sistemi, vergi sistemi, devlet gelirleri, vergi tahriri, merkezi ve eyalet bürokrasisi, ordu) kökleşmiş olması sayesinde devletin hızla ayağa kalkabildiğinden söz ediyor.
Sonraki hükümdarlardan II. Mehmed'in artık ilk olarak 674 yılında Emevî Halifesi Muaviye komutasında şehri kuşatmış olan Müslümanların eski rüyasını gerçekleştiren ilk Islâm hükümdarı, "Fatih" olduğunu ve II. Mehmed'in ayrıca kendisini Bizans imparatorlarının varisi Kayser (Caesar) olarak gördüğünü yazıyor.
Ágoston, Suriye ve Mısır'ı fetheden Yavuz Sultan Selim'den sonra sürekli olarak İslam dünyasıyla yapılan savaşlara karşı homurdanmalara istinaden Kanuni Sultan Süleyman'ın kılıcını ekseriyetle batıya doğru döndürmesine değiniyor.
Kanuni'nin doğuda Bağdat'ı fethinin 1555 Safevi-Osmanlı arasındaki Amasya Anlaşması ile tanınması sonrası, doğu sınırının 1639'da düzenlendikten sonra bir daha I. Dünya Savaşı'na kadar değişmemiş olması ilginç bir bilgi.
Son olarak, Osmanlı'da hanedanın "Türk" kelimesini aşağılayıcı bir ifade olarak Anadolu'daki köylü nüfus için kullandığına dair söylentileri Ágoston açık şekilde yazmış. Demek kaynağı kendisi olabilir. Bunun tam olarak böyle olmadığına dair videolar izlemiş, kitaplar okumuştum.
Beşinci bölüm SAFEVİLER üzerine ve Sussan Babaie tarafından yazılmış:

Şah İsmail
Moğolların ardından batı Asya'da çok sayıda Sufi tarikattan biri olarak ortaya çıkan Safevi Tarikatı, (Türk veya Kürt kökenli olduğu tartışma konusu olan) Safiyeddin İshak tarafından kuruluyor.
Sf. 170
İsmail'in halefleri ve selefleri Fars-Tacik değillerdi. Türkçe konuşuyor, hatta Türkçe yazıyorlardı.
Onun soyundan gelen Şeyh Haydar zamanında siyasallaşan ve Kızılbaşlar'dan gördüğü destek ile büyüyen hareket, Haydar'ın oğlu İsmail'in Akkoyunlular'ın başkenti Tebriz'i ele geçirip kendisini Şah ilan etmesiyle 200 yıldan fazla sürecek bir imparatorluğa evrilmiş oluyor.
12 İmamcı Şiilik hakim dini inancının bayraktarlığında Şah İsmail'in mesihçi liderliği dokuz sene gibi kısa bir sürede Mâveraünnehir ve Afganistan'dan Güney Kafkasya, Doğu Anadolu ve Irak'a kadar uzanan ve bugünkü İran'ı kapsayan geniş bir bölgeyi tek bayrak altında topluyor.
Sf. 166-167
Şah İsmail, kendisini kesinlikle hem eski Pers krallığının mirasının meşru hak sahibi hem de ‘İmamet’in varisi’ olarak Müslüman cemaatinin doğal lideri görüyordu. Bu cesur hak talebi, kendisinin yazmış olduğu çoşkulu dini şiirlerinde en açık haliyle görülmektedir.
Sf. 170
Imamiyye Şiası Safevilerin icadı değildi. Bununla beraber, onların himayesi altında İslâm öncesi İran'la özdeşleşmiş kültürel bir kimliğe ve bayrakları altındaki birçok etnik ve dile dayalı gruplaşmanın bilincine aşılandı.
Bölümün kalanı, bu etkili liderin herkesçe malum Çaldıran Savaşı'nda Yavuz Sultan Selim tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra bir anda otoritesinin nasıl sarsıldığını ve derin bir bunalıma girdiğini, ölümünden sonra tahta çıkan sonra şehzadeler arası iç savaşı bastıran oğlu Tahmasb'ın elli iki (!) yıllık saltanatıyla devam ediyor.
İlginç bir bilgi Tahmasb'ın 1556'da "Samimi Tövbe" fermanı ile dans, müzik, şarap, cinsel sapkınlık ve efsanevi [figürlerin olduğu] resim zevklerinin de [vazgeçilecek] "hazlar" listesine eklenmesi ve İmamiyye Şii şeriatı ile daha uyumlu bir liderlik anlayışının kabul edilmesi. Tahmasb'ın sarayından ayrılan sanatçıların Babür Hindistan'ı ve Osmanlı'nın saray atölyelerinde çalışmaya başlamasıyla İran edebiyatı ve sanat fikirlerinin etkisinin buralarda artması.
Tebriz ile Kazvin sokaklarında sürekli olarak Türkiye'deki Sünni sultanlara hakaretler yağdırılırken, Osmanlı koleksiyoncuları, daha büyük, daha pahalı ve daha ihtişamlı İran sanat eserlerinin peşinde koşarak ince zevkleri için rekabet etmişti.
Alltıncı bölüm BABÜRLÜLER , Batılı kaynaklardaki ismiyle Mughal İmparatorluğu hakkında:

Babür Şah
Daha ilk sayfanın dip notunda, çevirmen Müslüme Melis Savaş tarafından yazılmış Mughal İmparatorluğu düzeltmesi ile karşılaşıyoruz... Moğol hükümdarı Cengiz Han ile Timurlular İmparatorluğu'nun kurucusu Timur'un ortak soyundan geldiği için kurduğu devlet Batılı kaynaklarda Mughal İmparatorluğu olarak anılan Babür, kendisini Türk olarak gören, anılarını Türk dilinde yazan, anılarında Türklüğü ile gurur duyan bir hükümdar olarak tanıtılıyor ki kalan sayfalarda da çeviri Babürlü olarak yapılmış.
Safevilerin aksine Sünni bir İslam hanedanı olan Babürlülerin kültürel etkisi günümüz Hindistan, Pakistan ve Bangladeş devletlerinin kültürel şekillenmesinde etkili olmuş.
Babür sonrası hükümdarlardan özellikle Ekber zamanında Afganistan'daki Kabil'den Güney Hindistan'daki Dekkan'a kadar uzanacak şekilde büyüyen imparatorlukta karşımıza çıkan önemli bir nokta diğer imparatorluklardaki gibi bir Müslümanlaştırma stratejisi gütmektense çok ırklı bir soylu sınıfı oluşturmak için yönetime İranlılar'ı ve Hinduları da katmış olmaları. Ayrıca tebaanın kendi dinlerini yaşamasını özgür kılan ve inançlarına göre ek vergi ödemelerine gerektirmeyen sulh-ı kul adında bir politika uygulamaları belirtmeye değer.
Sonra gelen Cihangir ve Şah Cihan zamanında imparatorluk doruğuna ulaşıyor. Şah Cihan'ın yaptırdığı muhteşem eserler (Taj Mahal dahil) bu döneme ait.
Din töleransı 17. yüzyılda Evrengzîb zamanında Sünni müslümanlık lehine değişiyor. 18. yüzyıl da artık sona doğru gidişten ibaret. Hanedanın tamamen son bulması ise 1858'de İngilizler tarafından gerçekleştiriliyor.
Yedinci ve son bölüm Japonya'daki MEIJI RESTORASYONU hakkında:

İmparator Meiji
Japon İmparatorluğu, 1895'teki ilk toprak kazanımlarından 1945'teki koşulsuz teslimiyetine kadar sadece 50 yıl yaşamış.
İki buçuk asrı aşkın süredir ülkeyi yöneten Tokugawa Şogunları'nı bir darbe ile 1868'de indiren Meiji Restorasyonu önderlerinin dünya görüşlerine göre uluslararası politika, ulusların güç ve statü elde etme mücadelesinden ibaretti.
Batılıların Japonya'yı "eşitleri" kabul etmelerinin yolunun tam bir batılılaşmadan geçtiğini düşünen yönetim, eğitim, imalat, hukuk ve idare sistemleri ile savunma sanayiinin yanısıra kıyafet, örfi adetler vb. konularda da tam bir değişime gidiyor.
Sf.227-228
"Medeni olmak" aynı zamanda Japon elitlerinin Batı tarzı kıyafetler, Batılı salon dansları ve et yeme gibi sosyal davranışları da benimsemesi anlamına geliyordu; dahası, Batılıların rızasını alma arzusu Batılılar tarafından ayıp kabul edilen davranışları yasaklama girişimleri şeklinde tebarüz etti. Sonuç olarak, hükümet umumi hamam sahiplerine erkekler ve kadınlar için ayrı bölmeler yapmalarını ve kapılarına perde çekmelerini emrettiğinde, bir gazete haberi ile bütün bunların yabancıların Japonlara gülmesini önlemek için yapıldığı açıklandı.
Yayılmacı emperyal dönem de bunu izliyor. Kuzeydeki adalar işgal edilip yerli halklar göçe zorlanıyor, güneydeki şehirlerdeki krallıklar yıkılıyor ve lehçeleri dahil adetlerinin yok edilmesine yönelik asimilasyon programı uygulamaya konuluyor.
Kore'yi kontrol etme emellerinin tetiklediği stratejik hamleler en sonunda Çin ve Japonya'yı Kore yarımadasında karşı karşıya getiriyor. Önce Kore'de yaşanan Çin-Japon Savaşı'nı sonra da Rus-Japon Savaşı'nı kazanan Japonya güçleniyor ama batıdaki sempatisinin "sarı tehlike" imajıyla değişmesine de sebep olmuş oluyor.
İştahı ÇiN'e doğru yeniden kabaran Japonya'nın Çin'de yüzbinlerce sivili hayatına mal olan Nanking katliamı sonrasında ikinci Çin-Japon Savaşı ve bildiğimiz üzere Pearl Harbour olayı ve II. Dünya Savaşı'nın atom bombalarıyla sonlanması.
Müthiş bir atılımla başlayan ama emperyal güdüye teslim olunarak hazin biten bir hikaye
Yorum ve önerileriniz için şimdiden teşekkürler.
Volkan