- Volkan
KİMSENİN BİLEMEYECEĞİ ŞEYLER ~ SİNAN CANAN
© Tuti Kitap, Nefes Yayıncılık A.Ş., 2015 ~ 10. Baskı, Ocak 2018, İstanbul
© Sinan Canan
Evrimle İslam'ın yaradılış inancının çelişMEdiği yönündeki görüşleriyle ulusal televizyon kanallarının bile dikkatini çekmiş, ve benim de Youtube'da tekrarlarını izlediğim bu programlardan haberim olan bir popüler sima Sinan Canan.
Aslen bir biyolog ve fizyoloji doktoru, ama kitabında verdiği bilgiler de dahil "herşeyi bildiği iddiası"ndan uzak durmaya çalışan, videolarında da çokça tekrarladığı üzere bilmeye, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışma yolculuğunda bir "insan".
Neden yazmaya karar verdiğini anlatırken, neden okumamız gerektiğini de çuvaldız ile iletiyor başlarda.
Sf. 16
... insanlar kavramların değil, kendi zihinlerindeki taraflı ve muğlak, çoğu kez üstünkörü didiklenmiş ve şüphe edilmemiş temsilleri üzerinde kavga ediyorlar. Tarifini nesnel olarak yapamadığımız kavramlar, düşüncelerimizi ifade etmediği gibi yeni kavgalar için de adeta zemin hazırlıyor ve bizleri sonuçsuz tartışmalarda takatsiz, etkisiz ve bilinçsiz bırakıyor.
Sf. 28
Anlamlarını bilmediğimiz kelimelerle konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi tanımlarımızla anlayabiliyoruz.
"Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler"in baştan sona bir zihin egzersizi olduğunu söylemem gerek. Neye inanıyor olursanız olun, size farklı bakış açıları vereceğini garanti edebilirim.

Aslında "daldan dala" atlayan bir kitap gibi görünebilir.
"Yabancı lisanla eğitim neden olmamalı?", "Kaos ve kosmos" ve "Fraktal geometri" gibi çok farklı konuda dolaşırken, Canan'ın aslında canlılığın hatta cansızlığın da bir "patern"i olduğu fikrini inceden inceye işlediğini farkedebiliyorsunuz. "Bize dair", "Bilime ve inanca dair" ve "Kaosa Dair" şeklinde üç bölümde yazdığı kitapta her bölüm bir diğer bölümlere çağrışımlar içeriyor.
"Bize Dair" bölümündeki "Gerçek Matrix mi?" alt bölümünde, sizi bilimsel gerçeklerle şaşırtarak "Bilime ve inanca dair" adındaki ikinci bölümü okumak üzere adeta "kıvama getiriyor". İşte çarpıcı kısa birkaç alıntı:
Sf. 82-83
... gözünüzdeki algılayıcılar, tüm elektromanyetik tayfın çok küçük bir bölümü olan, adına "görünür ışık" dediğimiz 350-700 nanometrelik dalga boyuna sahip ışınları içeren dar bir aralığı algılayabilecek şekilde ayarlanmıştır, onun dışındaki uyarıları algılayamazlar. Kulağınızdaki işitme algılayıcıları saniyede 20-20.000 devir (Hertz) frekansındaki sesleri algılayabilir. Aynen bu gibi, bedenimizden zihnimize bilgi sağlayan tüm algılayıcıların benzer bir aralığı, yani sınırlılığı vardır. Neticede bu algılayıcıların kabiliyeti nispetinde içimizde inşa ettiğimiz "gerçeklik", dış dünyanın ancak çok ufak, basit ve eğreti bir temsilinden ibarettir. ... Şöyle bir varsayım, her ne kadar pratik uygulaması şu an itibariyle imkânsıza yakın olsa da, teorik olarak gayet geçerlidir: Vücuttan ayrı bile olsa, hayatta tutulan bir beyin, uygun uyaranlar sağlandığında kendisini farklı ortamlarda farklı deneyimler geçiren bir canlı olarak algılayabilir. Yani siz şu anda, rahat koltuğunuzda kitap okuduğu sanrısını yaşayan "kavanozdaki bir beyin" olabilirsiniz! İşin kötüsü, bunun aksini ispatlamak için elinizde çok fazla kanıt yok... ... Dış dünya dediğimiz şey, çok sınırlı algılayıcılarımızın gönderdiği sinyallerden yola çıkarak "beyin" dediğimiz organ tarafından oluşturulan bir görüntüden ibarettir. Bu görüntünün aslını maalesef henüz kimse göremedi...
Benzer bilimsel gerçeklerle süslediği ikinci bölüm, Sinan Canan'ı belki de bu kadar sık duymamızı sağlayan Evrim - İslam ikilemi (ya da paradoksu) (ya da isterseniz birlikteliği diyor olun) konusundaki görüşlerini içeriyor.
Sf .102
... Zihnimiz; algı ve deneyimlerimizi boş bir sürücüye kaydeden bir kayıt cihazı değil, bu dünyada kolayca yaşayabilmemiz için bizi "iyi niyetlerle" kandıran bir "hayatta kalma" donanımıdır. Yani etrafımızdaki dünyayı, kendimizi merkeze alarak, içinde en kolay yaşayabileceğimiz tarzda bizim için adeta yeniden şekillendirir ve genellikle bu resmin, bütün ve hakiki gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Öte yandan, zihnimizin bize oynadığı oyunların belki de en büyüğü, bütün düşüncelerimizin "tutarlı" olduğu yanılgısını taammüden oluşturmasıdır. Bunu "oyun" olsun diye yapmaz. Bu tutarlılık ve iyimserlik hissi, yaşamamız için bize güç veren temel iç kandırmacalarımızdan en önde gelenidir. Mesela sigara içenlerin, sigaraya bağlı rahatsızlıklara yakalanmayacaklarına güvenmeleri böyle bir alt yapıdan gelir...
Canan görüşlerini, "Din ve bilimi ayıran şizofreni, Batı ve Kilise kaynaklıdır ve şahsen benim, bu ruh hastalığıyla herhangi bir bağlantım yoktur" diyecek kadar keskin ifade ediyor. Net bir şekilde bir "evrim"in var olduğunu, fakat bunun Darwin'in Evrim Kuramı'na tıpatıp uymak zorunda olmadığını, hâlâ nasıl olduğunu bilmediğimizi, ilk hücrenin nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir açıklamamız olmadığını söylüyor. Bölüm ayrıca İslam'ın kutsal kitabına da birçok atıf içeriyor.
Sf. 119
Evrim görüşlerine o kadar yabancıyız ki ne dediklerinden bile çoğu zaman haberimiz yok. Mesela modern evrim görüşlerinin hiçbiri 'insanın maymundan geldiği'ni söylemez. Hatta bu ifadeyi sadece dinî amaçlı karşı çıkışlarda duyabilirsiniz; evrim görüşlerinin böyle bir iddiası yoktur. Söylenen en sivri şey, insanların da maymunların da "ortak bir atadan" değişerek meydana gelmiş olabileceğidir ve bunun aslında bir insanın anne karnındaki embriyodan gelişerek oluşmasından çok da bir farkı yoktur. Olabilir de olmayabilir de ve bu, İslam açısından sorun oluşturabilecek bir tartışma değildir. Siz "değişerek" yerine (Kur'an-ı Kerim'de, Nuh Suresi 14. ayetteki gibi) "değiştirilerek; halden hale çevrilerek" deseniz, birçok mesele kendiliğinden hallolur.

Yuval Noah Harari'nin "hayvanlardan tanrılara, Sapiens, insan türünün kısa bir tarihi" adlı kitabında bambaşka sonuçlara vardığı ama neredeyse birebir aynı şekilde aktardığı bilimsel gerçeklere Sinan Canan da değiniyor. "Evrimin inkâr edilemezliği", "insan evriminin son noktasının cansız nesnelere ruh atfetmesi olduğu", "insan türünün Afrika'da ortaya çıktığı ve zaman içinde birden fazla farklı insan türevinin yaşamış olduğu" gibi -bilimsel olarak ispatlanmış- gerçekler dünya görüşleri bambaşka olan bir tarihçi ve bir biyoloğun farklı kalemlerinden okununca daha da yerli yerine oturuyor.
Sf. 134
... insanın biyolojik özelliklerinin hemen hepsi ve çoğu karmaşık davranışının benzerleri, ona "yakın" canlılar olarak bilinen maymun ve diğer primatlarda gözlenebilir. Tüm gelişkin primatlarda -aynen insan gibi- hareket, bilinç, üreme, zekâ, haberleşme, korunma, ihtiyaçların tatmini, yardımlaşma, kıskanma ve hatta farklı bir düzeyde de olsa "ekonomi" gibi özellikler değişik derecelerde bulunur. ... Fakat insanoğlu, aynı zamanda diğer hayvanların hiçbirinde örneklerini görmediğimiz tuhaf ve "doğaya aykırı" görünen özellikler sergiler. Bunlardan en önemlisi, ahlâkî kural ve yasaklar ile soyut kişiselleştirme (cansız nesnelere kişilik ve ruh atfetme) özellikleridir. Ayrıca din, büyü, kurban sunma, Tanrı fikri, tabular ve iradî olarak kendi bedeninde sakatlanmalar oluşturmak gibi garip ve tabiata aykırı fiiller, insanın adeta alamet-i farikasıdır.
Sonuç olarak Sinan Canan, felsefeci Dücane Cündioğlu'yla yaptığı (ve Youtube'da ulaşabileceğiniz) bir söyleşide söylediği üzere (hatta Cündioğlu'nun sık sık üzerine gelmesine rağmen) Din ve Bilim'i bir araya getirme çabasından geri durmayacağını kitapta da tekrarlıyor. (Betül Torunergil'e de video tavsiyesi için teşekkürler.) Ama bunun herkesin kendi içsel yolculuğu olduğunu da dile getiriyor. Bana da bu kısa değerlendirmeyi Canan'ın kitaptaki şu sözleriyle bitirmek kalıyor:
Sf. 113
... neye inanırsanız inanın, savunmak için yeterince kanıtınız olacaktır. İnsanlar önce bir şeylere inanıyor, ondan sonra eldeki verileri inançlarına göre yorumlayarak, bunun üzerine kimi zaman ömür boyu sürecek fikir(?) mücadelelerine girişiyor.
Yorum ve önerileriniz için şimdiden teşekkürler.
Volkan